Satranca önem verenler satrançta yenilmeyi hafif bir olay olarak alamaz. Umutsuz durumlarda sonuna
kadar savaşan bir oyuncu olarak ün yapmış Alekhine bile arada bir, Şah’ını
tahtadan alıp odanın öbür ucuna fırlatarak oyunu terk ederdi. Çok tuhaf ve
gergin bir insan olan Nimzovich, oyunu kaybedince masanın üzerine çıkarak şöyle
bağırırdı: “Bu budalaya nasıl olur da yenilirim?” Atakları ile ün yapmış
Spielmann, yenilince acı bir şey yutmuş gibi yüzünü ekşitirdi. Satrançta çok
zarif, fakat toplumsal ilişkilerinde o derece beceriksiz olan Rubinstein, yüzü
kasılmış bir halde adeta “ruhunu teslim ederdi. “Tüm açılış varyantlarını
ezbere bilen “hesap makinesi” Grünfeld ise, yenilince hırçın bir hareketle
saatini durdurur ve “geceye karışan bir Arap” kadar sessiz, tek kelime
söylemeden sıvışıp giderdi. Bardeleben yenileceğini anlayınca saatini çalışır
durumda bırakarak oyun odasından çıkar ve bir daha dönmezdi: böylece oyunu 2,5
saatte 40 hamle yapmamış olmaktan (satranç dili ile saatinde bayrak düştüğü
için) kaybederdi. Satrançta yenilgiye karşı bu gibi tepkiler normaldir. Çünkü
satranç gerçekten acımasız bir çatışmadır. Oyuncular oyuna eşit koşullarda
başlarlar. Oyun baştan sona mantık ve matematik ile doludur; bu bakımdan
yenilince, gerçekten ezilmiş gibi olursunuz. Yenmeyi bu kadar istemenizin bir
nedeni de yenilginin bu kadar acı oluşudur.
Satranç turnuvalarında
istediği sonucu alamayan oyuncular, yenilmelerini çoğu kez gerçek olmayan bir
özüre bağlarlar. “Kazanıyordum ama dalgınlığıma geldi, yanlış bir hamle yaptım”
veya “Karşımdaki uzun uzun düşündü, sinirim bozuldu”, ya da “O gün çok başım
ağrıyordu, düşünemedim”. Mutlak bir yerleri ağrımıştır, öksürükleri tutmuştur,
oynadıkları yer karanlıktır veya aksine karşıdan gelen güneş gözlerini
kamaştırmıştır, tahtayı iyi görememişlerdir. İngiliz büyük usta Amos Burn
boşuna şu iğneli sözü söylememiştir: “Bugüne kadar yendiğim herkes, hasta
olduğu için yenildiğini söyledi: ne yazık, sağlam tek kişiyi yenememişim…”
Tanınmış bir oyuncu turnuvadaki yenilgisini aşırı sessizliğe bağlıyordu, o
daima gürültülü yerlerde oynamaya alışıktı. Ölümsüz oyunculardan Tarrasch bile
1895 Hastings Turnuvasındaki başarısızlığını şöyle açıklamıştı: “Deniz havası
yaramadı bana” Tabii deniz havasının rakiplerine neden iyi geldiğini
söylemiyordu. Bu turnuvada Teichmann ile oynayan Tarrasch, oyunun bitmesine iki
dakika kala, oturduğu yerde uyuyakalmıştı. Teichmann seslendi: “Hamle sizin
doktor!” Fakat yanıt yoktu. Ancak üçüncü seslenişte Tarrasch uyandı, etrafına
şaşkınlıkla baktı ve acele bir hamle yaptı, fakat zamanı dolmuştu, oyunu
kaybetti. Herhalde deniz havası nedeniyle üstüne ağırlık çökmüştü. Aslında ise
zaten yeniliyordu, üstüne çöken yenilginin ağırlığı olmalıydı. Tarrasch bu
yenilgiyi özellikle unutamadı, çünkü rakibi Richard Teichmann, turnuvalarda
hemen daima 5. olduğu için “Beşinci Richard” takma adı ile anılan ve normal
olarak Tarrasch’ın yenmesi gereken biriydi. İnsanlardan çoğunun, çoğu kez
yenilgilerine neden olarak kendilerinden başka herkesi ve her şeyi
gösterdikleri ve kendilerini suçsuz buldukları bir gerçektir: satranç
yenilgileri bunun en güzel örneklerinden biridir. John Steinbeck’in “Yukarı
Mahalle” romanındaki “iyi kalpli serseriler”, arkadaşlarına hediye olarak
aldıkları bir damacana içkiyi oturup kendileri içerler. Gerekçeleri şudur:
“Dostumuz bu kadar içkiyi yalnız içerse sarhoş olur, başına iş açılır: iyisi mi
onu kötülükten korumak için biz içelim şu içkiyi…”