12 Temmuz 2018

Beyinsellik Dinamosu Satranç

Size çok değişik bir gözlemden söz edeceğim. toplumların tarih sahnesinde ağırlık kazanmaya başladığı dönemlerde ne oluyor biliyor musunuz? Satranç oyununda yıldızlar fırlamaya başlıyor.Örneğin XVI.yüzyıldan geçen yüz yıla kadar, satrancın büyük ustaları ya İspanyol, ya İtalyan, ya Fransız, ya İngiliz, ya Alman…

Derken birden bire Amerika’yla Sovyet’lerde çıkmaya başlıyor Satranç dehaları…
Bu genel çizginin dışında kalan, sanırım sadece bir Japonya var.
Şimdiye dek ünlü bir Japon Satrançsının adını hiç duymadım. Konuyla ilgilenmiş olanlar, ola ki Japonya’da da satrancın iyice gelişmiş olduğunu söyleyeceklerdir…
O zaman bizim gözlem, ayrıcalıksız olarak cuk diye oturacak yerine…
“Canım her şeyde biraz böyle değil mi?” diye düşünmeyin. Gerçi gelişmiş toplumların sporu da, sanatı da, eğitimi de gelişmiş görünüyor ama, Satrancın ayrı bir özelliği var.
Satranç toplumsal düzeyi değil, toplumsal dokudaki değişim çizgisini noktalayıp geçiyor… Yani insanların düşünmeye başladığı anı…
Küba’nın XX. yüzyılda değişik bir özellik göstereceğini, Castro’dan çok daha önce, Kübalı Satranç şampiyonu Capablanca haber veriyordu belki de.
Bizler olaylara değişik açılardan bakma cıvıltısında olmadığımız için, Capablanca’nın neden Küba’dan çıkıp ta başka bir yerden çıkmadığına hiç dikkat etmemişizdir.
Nasıl ki , neden artık İngiltere’den büyük Satranççı çıkmadığını hiç düşünmediğimiz gibi…
Aslında sosyoloji fakültelerinde, üstünde tez yapılması gereken konulardan biridir bu…
Bir toplumun birden Satranca karşı gösterdiği ilgi ile çıkardığı Satranç ustaları, neyin habercisi, hangi değişimin işaret lambasıdır?
Neden Endonezya ile Rodezya, yahut Kuveyt’den doğru dürüst satranççı çıkmıyor da, Yugoslavya, Macaristan ve Arjantin’den çıkıyor?
Bu konuya arada bir değinmemizin nedeni Satrançta geri kalmışlığın ekonomide de geri kalmışlıkla açıklanamayacağıdır. Belki de tersine, Satrançta geri kalmışlık, ekonomide de geri kalmışlığın uzaktan bir gerekçesidir.
Cumhuriyet devrimiyle birlikte Satrancın köylere kadar inmesine önem vererek, kitlelerde yaygın bir Satranç tiryakiliği yaratsaydık, Türkiye’nin bu günkü durumu, çok daha başka düzeylerde olurdu…
Bunalımlar, karamsarlıklar, kötümserlikler, geçimsizlikler, parasızlıklar, umutsuzluklar… Ruhsal bir yitiklikle iyice dibe vurduğunuz zamanlarda, birkaç parti Satranç oynayın. Apayrı bir dünyaya dalacak ve tazeleneceksiniz…
Satrançtan zevk almak için mutlaka bir ikinci kişi bulmaya da her zaman gerek yoktur. Büyük ustaların satranç partilerini yineleyip incelerken insan beyninin şaşırtıcı buluş ve yaratıcılıklarını göreceksiniz?
Ayrıca çözülmesi hiçte kolay olmayan Satranç problemleri vardır. Çoğu gizli bir nükteyi saklar içinde. Örneğin piyonunuzu “vezir” çıktığınız zaman kendisine “vezir” değerini değil de ancak “at” değerini verirseniz çözülecek bir problemle uğraşmak istemez misiniz?
Kafasının yetersizliğini somut olarak görmekten korkanlar, Satrançtan uzak dururlar. Bir yanlış saplantıdır.
Satranca en geç 10-12 yaşlarında başlar ve sürekli olarak çalışırsan, “Satranç bilirim” diyebilirsin…
Benim gibi otuzundan sonra başlarsan sadece vakit geçirip eğlenir, başkalarına hayran olur ve her oynadığın oyunda akıl almaz budalaca körlüklerle mat olursun.
Satrancı kıvıramamak, Satrancın değerini anlamaya engel değildir ki… Ben her oynadığım oyunda nasıl yeneceğimi düşünmekten çok, nasıl yenileceğimi merak ederim. Ancak çözümü matematiğe sonuçlar hep yenilgi olsa bile, satranç oyunu, satranç diyalektiğine alıştırır insanın kafasını… Satrancın tavlaya oranla adeta bilinmemesi, satranç diyalektiğinin, geleneksel düşünce biçimimize ters gelmesindendir. Bizde geleneksel olarak başarı, ya kaba kuvvete dayatılmıştır, ya da sinsi kurnazlıklara… Satrançta ise kaba kuvvet yoktur, sinsi kurnazlıklar ise karşı tarafın durumu sezmesiyle oyunu tersine çevirir.
Satranç sevenlerin bazı genel özellikleri üzerinde de azıcık duralım. Yaşamın akışı içinde tehlikeli kararsızlıklara düşmezler. Bir oranda belalı yanılgılara uğramazlar. Kişiliklerine güvensizlik duymazlar. Eziklik duygusunun çengellerinde hırçınlaşıp kabalaşmazlar.
Büyük ustalarda rastlanan aşırı gariplikler ayrı bir konudur. Her dalda normal üstü kişiler, bir hayli garip kişilerdir. Satrançta da durum değişik değildir.
Bütün okullara, bütün kahvelere, bütün cezaevlerine, bütün otellere bol bol satranç takımları konmalı… Ayrıca her evde de bir satranç takımı bulunmalıdır.
Türkiye’de bir satranç modası başlasa tahmin edemeyeceğiniz ölçüde ruhsal bir değişim olacaktır…
Bir toplum Satranç dünyasında kendisinden söz ettirmeye başladığı zaman, aradığı güneşe merdivenini dayamış sayılır…

Çetin Altan
25.4.1984, Milliyet